Koronavirüsün Ardındaki İnsanmerkezci Hikâyemiz

Dr.Öğr.Üyesi Ekin Gündüz Özdemirci anlatıyor

Yeni tip koronavirüsün Çin’in Wuhan kentinde yayılmaya başlamasından bu yana nasıl ortaya çıkmış olabileceğiyle ilgili birçok görüş paylaşıldı. Bunların arasında dikkate alınması gereken bilimsel öngörülerin yanında, çeşitli komplo teorileri ve etnik ayrımcılığı tetikleyen yorumlar da vardı. Virüsün, Çin’de geliştirilen biyolojik bir silahla ilgili çalışmaların yapıldığı laboratuvardan yanlışlıkla dışarıya sızdığı, veya, bunun aslında bir virüs değil, yeni piyasaya sürülecek olan 5G teknolojisiyle ilgili denemeler sırasında açığa çıkan bir hastalık olduğu gibi komplo teorileri özellikle sosyal medyayı uzun süre meşgul etti.  Ama en çarpıcı olanı, yine sosyal medyada yayılan, etnik ayrımcılık örneği söylemlerdi. Yarasa yiyen Çinlilerle ilgili yorumlar, bir toplumun yemek kültürünü eleştirmenin çok ötesine geçip aşağılamaya, genel bir hor görmeye, hatta “eden bulur” tavrına dönüştü. Virüsün tüm dünyaya yayılmasının ardından bunun Çin ırkına özel bir ‘ilahi cezalandırma’ olmadığı ortaya çıksa da, batıda şimdiye kadar baş tacı edilen Çin mutfağı ve çekik gözlü olan herkes sosyal dışlamadan nasibini aldı.

Bilim insanları virüsün ana taşıyıcısı olarak yarasaları işaret etmişlerdi, ama aynı zamanda taşıyıcı bir ara türün varlığından da bahsetmiş ve virüsün sadece gıda yoluyla değil bu taşıyıcı hayvanla yakın temas sonucu bulaşmış olabileceğine dikkat çekmişlerdi. Tüm işaretler, yayılma noktası olarak Wuhan dâhil Çin’in birçok kentinde kurulan vahşi hayvan pazarlarını gösteriyordu. Yarasalar büyük ihtimalle virüsü taşıyarak, Pangolin adlı bir hayvan türüne bulaştırmışlardı ve yaşam alanı vahşi doğa olan bu hayvan, avlanarak Wuhan’daki vahşi hayvan pazarına getirilmiş, burada insanlara virüsü bulaştırmıştı.

Vahşi hayvan pazarları, “küreselleşen” virüsün ardında yatan sebebin, bir ülkenin yeme alışkanlıklarına bağlanacak kadar yerel olmadığının bir göstergesi. İnsanın, koala, tilki, timsah, kirpi, misk kedisi, kurt yavrusu gibi farklı kıtalara ve ekosistemlere ait olan vahşi hayvanları, doğalarına aykırı bir şekilde bir araya toplama hakkını kendinde görmesi, insanlığa dair küresel bir soruna işaret ediyor. Vahşi hayvan pazarları, genetiğiyle oynanan türler, sanayi atıklarıyla kirletilen su kaynakları, plastik çöplüğüne dönüşen okyanuslar, hayvanat bahçeleri, hepsi aynı “insanmerkezci” hikâyenin parçası. Aslında yeni tip koronavirüs, insanlığın gezegenin ekosistemi üzerindeki yıkıcı etkisini ve insan dışındaki türlerle kurduğu ilişkinin ne kadar sorunlu olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

İnsanlar tarih boyunca hayvanlardan bulaşan hastalıklarla mücadele ettiler, fakat yaklaşık son elli yıldır bulaşıcı hastalıkların ana kaynağı olarak özellikle vahşi hayvanlar gösteriliyor. Bu tesadüf değil, uzmanlara göre bunun ardında iklim kriziyle bağlantılı birçok sebep bulunuyor. Araziler ve ormanlar üzerindeki insan müdahalesiyle vahşi hayvanların yaşam alanları daralıyor, böylece yaban hayatı insanlarla daha yakın temas kurmalarına sebep olan kitlesel göçlere yöneliyor, nüfusun yoğunlaştığı kentlerde insanların atıkları hayvanlar için yeni besin kaynaklarına dönüşüyor, ve kent mekanı türler arası yeni etkileşimlere daha açık hale geliyor.

Bir bumerang durumuyla karşı karşıyayız. Genişleyen kentler ve küresel ekonomiyi döndüren büyük ölçekteki tarımsal ve endüstriyel üretim için arazi ve ormanların yok edilmesi iklim değişikliğini tetikliyor, iklim değişikliği ise gitgide daha geniş ölçekte ekosistemlerin dönüşmesine yol açıyor. Harvard Üniversitesi İklim, Sağlık ve Küresel Çevre Merkezi’nden (Harvard C-Change) Dr. Aaron Bernstein, değişen iklim koşullarının ve buna bağlı olarak dönüşen bitki örtüsünün ormanları yangınlara karşı daha savunmasız hale getirebileceğini, kontrol edilemeyen yangınlarda yaşam alanları yok olan yaban hayatıyla insan toplumlarının daha önce hiç görülmemiş düzeyde etkileşime geçebileceğini belirtiyor.

Bu bilimsel öngörüler uzak geleceğe dair distopya senaryoları değil. Geçtiğimiz yıl normalin üzerinde seyreden sıcaklık ve kuraklık sebebiyle Avustralya, Amazonlar, Kaliforniya ve Sibirya başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde yangınların durdurulamadığına şahit olduk. Farklı ülkelerde bir araya gelerek iklim acil eylem planının hayata geçirilmesi için Cuma günleri okul grevi yapan genç iklim aktivistlerinin[1], “gezegenimiz yanıyor” uyarılarının kelimenin tam anlamıyla gerçekleştiğini hep birlikte izledik. Gezegenin uzun zamandır gönderdiği bu acil durum sinyallerine rağmen, küresel olarak acil durum ilan etmemiz için hepimizi evlere kapatan, yıkıcı etkisini insan yaşamı üzerinde aniden görebildiğimiz bir felaketin gerçekleşmesi gerekti. Yani, insanmerkezci hikâyemiz yine kendini gösterdi. Fakat bu sefer, hikâyenin sadece insan dışı doğayı değil kendi türümüzü de ayrıştıran hiyerarşik dayanakları sarsıldı. Hiçbir coğrafya ve sosyal sınıfa ayrıcalık tanımadan insan türünü topyekûn tehdit eden bir virüs, hepimize aynı gemide olduğumuzu gösterdi. Bu yine de hikâyeyi tam olarak bozmuyor, o gemide tek tür olmadığımızı ve şu anda içinde bulunduğumuz insanlık krizinin, dünyanın uzun zamandır içinde olduğu krizden bağımsız olmadığını da anlamamız gerekiyor.

Doğal döngü, insanmerkezci hikâyemizi üzerine inşa ettiğimiz hiyerarşiye değil karşılıklı bağımlılık ilkesine dayanıyor. Doğa dediğimiz şey, birbirinden bağımsız parçalara ayrılmış bir yapı değil, tüm bileşenlerin birbiriyle etkileşim içinde olduğu canlı bir varlık. İnsan da diğer türler gibi döngünün hem etkin hem de bağımlı bir parçası.

Yeni hastalıkların ortaya çıkması, yayılması ve bağışıklık sistemiyle iklim değişikliği arasındaki ilişki, karşılıklı bağımlılık ilkesini daha anlaşılır kılıyor. Mevcut karbon salınımı miktarı sebebiyle ısınan atmosfer ve oluşan kirlilik, bazı virüs ve bakterilerin hayatta kalması için daha elverişli bir ortam oluşturuyor. Örneğin, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneline (IPCC) göre, hava sıcaklıklarındaki artış, sivrisineklerin taşıdığı ve sıtma hastalığının sebebi olan plazmodyum parazitinin daha hızlı üremesini sağlıyor, bu durumda sivrisinek kandan daha sık besleniyor. 2012 yılında 627bin kişinin ölümüne sebep olan sıtmanın, iklim değişikliği sebebiyle Afrika’nın bazı bölgelerinde yayılma süresinin uzayacağı ve yayılma alanının genişleyeceği öngörülüyor.

Bilim insanları, 2014 – 2016 yılları arasında etkili olan ve 11binden fazla insanın ölümüne sebep olan Batı Afrika Ebola salgınında da iklim değişikliğinin oynadığı role dikkat çekiyor. Bu dönemde, kurak mevsimleri sağanak yağmurların takip etmesi gibi aşırı ve ani değişim gösteren hava olayları, bölgede meyve bolluğuna neden oluyor. Farklı türler aynı anda beslenmek için bir araya geldiklerinde hastalık da hızlı bir şekilde türler arasında yayılmaya başlıyor. Enfekte olan hayvanlardan birisiyle temas sonucu hastalık insanlara da bulaşıyor. Yeni tip koronavirüs gibi, Ebola salgınının da vahşi hayvanlarla temas sonucu insanlara bulaştığı biliniyor.

Yaban hayatı, ekosistemler ve insan sağlığı üzerine bilimsel araştırmalar yürüten EcoHealth Alliance kurumu ve Imperial College London Tıp Fakültesi’nden Dr. Kris Murray, iklim değişikliğinin Afrika gibi ülkelerde gıda güvenliğini olumsuz etkilediğini, buna bağlı gıda kıtlığının yakın gelecekte daha fazla insanı vahşi hayvan eti yemeye yöneltebileceğini söylüyor. Kuraklık ve su sorununun Afrika’nın birçok bölgesinde büyükbaş hayvancılığı olanaksız kılmaya başladığı biliniyor.

Bununla birlikte, Batı Afrika’da Ebola salgınının en yoğun görüldüğü bölgelerden birisi olan Sierra Leone Cumhuriyeti ve Gine Cumhuriyeti’nde ormanlık arazilerin büyük bir bölümünün, madencilik, kerestecilik, yol yapımı ve tarımsal üretim sebebiyle yok edilmiş olması da salgın hastalıkların yayılmasının önünü açıyor. Bu durum, daha fazla insanın yaban hayatıyla temas etmesine ve yaşam alanlarından ayrılmaya zorlanan hayvanların insanların yerleşim alanlarına doğru sürüklenmesine neden oluyor.

Bilimsel araştırmalar, atmosferin ısınmaya devam etmesinin insan türünün bağışıklık sistemini zayıflatacak sonuçları olacağına da dikkat çekiyor. Sıcaklık değerlerinin yükselmesiyle birlikte artan kuraklığın insan bedenindeki koruyucu mukoza zarında kuruluğa yol açabileceğine, yeterli olmayan nem miktarının vücudun bakteri ve virüslerle mücadelesini zayıflatacağına dikkat çekiliyor. Ayrıca hava kirliliğinin hastalıklara karşı insanları daha  savunmasız hale getirdiğine dair de birçok bilimsel araştırma bulunuyor. Bu araştırmalara göre, küresel ısınmanın en büyük tetikleyicisi olan fosil yakıt kullanımı, hava kirliliğinin de en büyük kaynağı ve bu da insanlarda akciğer rahatsızlıklarını arttırıyor. Akciğer rahatsızlığına sahip kişilerin ise Covid-19 gibi virüsler karşısında ölüm riski daha yüksek oluyor.

İklim değişikliği ve salgın hastalıklar arasındaki ilişkiyle ilgili bir diğer konu da buzulların erimesiyle birlikte açığa çıkması beklenen hastalıklar. Uzun yıllardır buzulların içinde uykuda olan ve atmosfer ısındıkça yüzeye çıkması beklenen eski virüs ve bakteriler hakkındaki belirsizlik durumu “Pandora’nın Kutusu” olarak tanımlanıyor.

2016 yılında Kuzey Kutup Dairesi’nin kuzeyinde yaşananlar bunun çok da uzak bir ihtimal olmadığını gösterdi. Kuzeydoğu Sibirya’da bulunan Yamal Yarımadası 2016 yazında normal değerlerin üzerinde bir sıcaklık yaşadı ve bu sıcak hava dalgası sırasında baş gösteren şarbon hastalığı salgınında 12 yaşında bir çocuk hayatını kaybetti, 72 kişi enfekte oldu ve dünyanın en büyük ren geyiği nüfusuna sahip bölgede 2300 hayvan salgında öldü. Sibirya’da 75 yıl önce de şarbon hastalığı salgını görülmüş ve bir milyona yakın ren geyiği hayatını kaybetmişti. Ölen ren geyiklerinin gömüldüğü mezarlar bölgenin buzullarla kaplı olması sebebiyle çok derin kazılamamıştı. 75 yıl sonra yaşanan olağanüstü sıcaklarda bu cesetlerden bazılarının yüzeye çıkarak salgının yeniden yayılmasına sebep olduğu tespit edildi.

Afrika ve Sibirya gibi dünyanın birçoğumuza uzak gelen bölgelerinde yaşananlar, tıpkı Antarktika adlı uzak diyarda eriyen buzulların hikayesi gibi, çoğu zaman uzak bir coğrafyaya dair ürkütücü masallar olarak algılanıyor. Fakat yeni tip koronavirüsle de deneyimlediğimiz gibi, hikayeler yerelden küresele bağlanıyor, çünkü yaşamın temelinde olan karşılıklı bağımlılık ilkesi bunu gerektiriyor.

İklim krizinin şiddetli ve yıkıcı etkileri büyük bir patlama gibi bir anda kendini göstermiyor, bu kademeli olarak gelişen ve artan bir şiddet. Çevreci Beşeri Bilimler alanında çalışan Princeton Üniversitesi’nden Prof. Rob Nixon bu durumu “yavaş şiddet (slow violence)” olarak adlandırıyor: “görkemli ya da ani değil, aksine, vahim sonuçlarını belki yıllar sonra gösterecek olan, katlanarak büyüyen bir şiddet”.

İklim krizi uzun yıllardır süregelen küresel bir sorun fakat hiçbir zaman birkaç aydır dünyanın gündemine oturan pandemi gibi acil bir durum olarak ele alınmadı. Etkileri ve sonuçlarını ‘yeterince’ görünür ve acil kabul etmedikçe, iklim kriziyle birlikte yükselen “yavaş şiddeti” görmezden gelmeye devam ediyoruz. Arka planında iklim değişikliğinin ayak seslerini duyabildiğimiz, dünyanın mevcut alarm durumu gösterdi ki, bu artık gitgide hızını ve görünürlüğünü arttıran bir şiddet. Buna duyarlı hale gelmek her şeyden önce bir bakış açısı meselesi.

Ekomerkezci felsefenin ilham kaynaklarından birisi olan bilim insanı ve yazar Aldo Leopold’un söylediği gibi, topluluk kavramını daha geniş bir bakış açısıyla yeniden düşünmek durumundayız. Sadece insanları değil, yaşamı oluşturan tüm canlı ve cansız varlıkları kapsayan bir topluluk anlayışına ihtiyacımız var. Yeni tip koronavirüsle imtihanından sonra dünyanın bir daha eskisi gibi olmayacağı konuşuluyor. Bununla birçok farklı şey ima ediliyor olsa da bir konuda hemfikir olunması gerekiyor: İnsan türü olarak kendimizi “yeryüzü topluluğunun” mütevazı bir parçası olarak konumlandırmanın, ve kültürden siyasete, eğitimden üretime yaşamın her alanında insanmerkezci hikayeyi değiştirmenin zamanı çoktan geldi.

Yararlanılan Kaynaklar:

https://insideclimatenews.org/news/11032020/coronavirus-harvard-doctor-climate-change-public-health

https://blogs.ei.columbia.edu/2014/09/04/how-climate-change-is-exacerbating-the-spread-of-disease/

https://blogs.ei.columbia.edu/2009/06/09/climate-and-meningitis-in-africa/

https://www.bbc.com/news/science-environment-51496830

https://www.bbc.com/news/health-51237225

https://www.juancole.com/2020/03/burning-fossil-pandemics.html

https://www.ibtimes.com/hidden-diseases-ice-waking-earths-climate-warms-2802279

https://www.huffpost.com/entry/scary-and-gross-three-dis_b_11583730

https://www.abc.net.au/news/2016-08-11/scientists-warn-anthrax-just-one-threat-as-russian-permafrost-m/7720362

https://niemanstoryboard.org/stories/slow-violence-and-environmental-storytelling/

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/20461963