Fakültemiz öğretim elemanları koronavirüsü değerlendirdi
Süreç uluslararası mücadelenin ne kadar önemli olduğunu tekrar gösteriyor - Dr. Burak Sakal
Son yaşanan Covid-19 salgını, daha önce hiç karşılaşmadığımız şekilde hızlı yayıldı ve salgın birçok ülkeyi hazırlıksız yakaladı. Bu nedenle hükumetler daha önce benzeri görülmemiş tedbirler almaya başladılar. Uluslararası toplantılar ve konferanslar ertelendi veya iptal edildi, virüsün hızla yayıldığı ülkelere seyahat yasağı getirildi, toplu eğlence ve spor aktiviteleri askıya alındı, birçok şehirde insanlar zorunlu veya gönüllü olarak kendilerini toplumdan izole ettiler. Küresel çapta virüse karşı hükümetler ve uluslararası kuruluşlar yoğun bir iş birliği içine girdiler.
Şehirlerde yaşayan insanların topluca karantinaya alınması veya izole edilmesi, ticari işletmelerin, imalathanelerin ve hatta birçok fabrikanın kapanmasına yol açabilir. Bilhassa perakendecilerin uyguladığı, artan talepten faydalanma maksatlı olduğu anlaşılan ani ve fahiş zamlar ile olası karaborsacılık faaliyetleri tüketiciler tarafında ciddi ve uzun vadeli güven kaybına ve beklentilerde bozulmaya sebep olabilir. Seyahat kısıtlamaları, hizmet sektöründe ciddi daralmaya yol açma potansiyeline sahipken iş ve turizm amaçlı seyahatlere olan talebin azalması söz konusudur. Toplu etkinliklerin ve alanların kapatılması, arz zincirinin sekteye uğramasına, eğlence ve eğitim hizmetlerine olan talebin azalmasına yol açabilir.
Diğer taraftan, bu salgının birçok ülke ve topluluk üzerinde uluslararası toplumdan soyutlanma, aşırı milliyetçilik, küreselleşmenin hızının kesilmesi gibi etkilerinin de olabileceği tartışılıyor. Covid-19 gibi beklenmedik felaketler, küresel ticaret hacminde sert düşüşe, insan hareketliliğinin askıya alınması, sermaye akımlarının azalması gibi sonuçlara yol açabilir. Bu durumda son yıllarda ciddi artış gösteren küresel turizm ve seyahat faaliyetlerinin artış ivmesinin ortadan kalkması da söz konusu olabilir. Turizmden 2023 yılında 65 milyar dolar gelir elde etmeyi hedefleyen Türkiye ekonomisinin bu durumdan etkilenmesi kaçınılmaz gibi görünüyor. Tüm bu tahminlerden daha ileri giderek, küresel kapitalist üretim sisteminin sonunun yaklaştığı kehanetinde bulunanlar da mevcut.
Tüm olumsuz etkilerin 2020 yılı boyunca sürmesi ve 2021 yılında kademeli olarak azalması bekleniyor. Bu süreç boyunca toplum sağlığının korunması ve salgının olumsuz etkilerinin bertaraf edilmesinde küresel iş birliği çabalarının önemi öne çıkmaktadır.
İhtiyaçların değil ihtirasların sınırsız olduğunu hatırlamalıyız - Dr. Can Ulusoy
Kadim dünyada siyasete derinliğini veren etiktir. Modern siyaset reel-politik üzerinden siyaset ve etik arasındaki bağı kopardı. Akabinde insan, kendi çıkarını maksimize etmeye çalışan rasyonel bir canlı olarak tahayyül edildi. Böylelikle önce üretim fetişizmi içinde nesneleşti, sonra tüketim fetişizmiyle atomize oldu. Kimseye benzememeyi, bencilliği, ihtiyaçlarının sınırsızlığını kendine düstur edindi. Bunun siyasal manada karşılığı ise bir arada yaşamayı mümkün kılan her türlü siyasal-kültürel imkânın yadsınması oldu.
Büyük felâketler aynı zamanda büyük öğretmenlerdir de. Bütün kutsal kitaplar ve metinler bu nedenle tufan hikâyeleri ve benzerlerine yer vermediler mi? İlk kan koca dünya metaforik bir anlatımla iki kişiye dar geldiğinden dökülmedi mi?
Oysa ekmek de herkese yeter su da. Fakat yeniden bir şeyleri hatırlamamız gerekiyor. En başta ise diğerkamlık; ihtiyaçların değil ihtirasların sınırının olmadığını, kibrin insanın en büyük düşmanı olduğunu. Siyasal manada dayanışma, kamusal etik ve paylaşma bu hasletlerin yansıması olmak zorunda. Belki nasihatlerden öğrenilmeyen musibetlerle öğrenilir. Birinci ders: Her şey Birlik'in içinde, her şey birbirine bağlı ve muhtaç. Siyaset ve insanlık bu dersi almalı; diğer dersler bundan mezun olduktan sonra.
Koronavirüs koşulları kentin yalnızca bir tüketim nesnesi olmadığını gösteriyor - Dr. Hikmet Kuran
Salgının küresel ölçekte işaret ettiği ilk konulardan birisi, kent mekânında kendini gösteren toplumsal adalet odaklı yansımalardır. Bir yandan sağlık hizmetlerine ulaşımda diğer yanda ise özellikle sokağa çıkma yasağı uygulamalarının yaşandığı ülke örneklerinde göze çarpan, en temel insan haklarının yeterince kapsayıcı bir boyutta sunulduğuna ilişkin mitin geçerliliğinin olmadığıdır. Öyle ki, barınma hakkının sağlanamadığı bireyler açısından sokağa çıkma yasağı uygulaması bir oksimorona işaret etmektedir. Bir diğer deyişle, herkese bulaşabilen bir virüse karşı yapılan mücadele birçok ülkede, sağlık sigortası, konut sahibi olma gibi piyasa odaklı kriterler üzerinden yürütülmektedir. Hem özel hastaneleri kamulaştıran İspanya örneği hem de özellikle A.B.D. özelinde gündeme gelen evsizlerin salgın ve salgınla mücadele açısından bulundukları ‘sıradışı’ konum göz önünde bulundurulduğunda, toplumsal adalet ve unsurlarının kentsel açıdan ne kadar hayati bir önem taşıdığı daha iyi anlaşılmaktadır. Ancak uluslararası piyasa aktörlerinin şu ana kadarki yanıtları, sorunu adalet üzerinden değil, piyasanın işlerliğini koruma açısından değerlendirdiklerini net bir şekilde ortaya koymaktadır (faiz indirimleri, milyarlarca dolarlık yardım paketleri, fabrika çalışanlarına izin kullandırılmaması gibi). Dolayısıyla salgın bizlere, kente yalnızca bir kapitalist tüketim nesnesi olarak bakmanın somut sakıncalarını, hem hızlı hem de küresel bir ölçekte, toplumsal adalet kavramı üzerinden yeniden hatırlatmaktadır.
Koronavirüse karşı hakiki bir sağlık bilgisine ihtiyacımız var - Bülent Özçelik
Koronavirüsün dünyayı saran etkisi, günümüz açısından hakikatin önemini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Hakikatin kamusal tartışmayı belirlemede önemsizleştiği, olguların, nesnel durumların siyasal kutuplara göre yorumlandığı ve alternatif hakikatlerin üretildiği bir dönemde olduğumuz iddiasıyla gündeme gelen post-truth (hakikat sonrası) tartışmaları, koronavirüs duvarına çarpınca, hakikati bilmenin zorunluluğu bir kez daha ortaya çıktı: hayati bir zorunluluk.
Post-truth, özellikle 2016 yılında Oxford Dictionaries tarafından yılın kelimelerinden biri olarak seçilince, hem siyasal ve sosyal teorinin bütün alanları hem de özellikle medya alanında büyük tartışmalara konu oldu. İnsanlar bu kavramsallaştırma üzerinden dünyadaki yeni gelişmeleri anlamaya çalışırken, hakikatin kamusal tartışmadaki öneminin yitip gittiğine şahit olduk. Elbette hakikatin, olguların, nesnel koşulların bir yere gittiği yoktu, ancak bunların kamusal tartışmalardaki önceliği, yerini bilimsel olmayan “malumat”a, akıl dışı tartışmalara, dünyaya dair kişisel algılara, cehaletin ve önyargıların gücüne bıraktı.
Kamusal tartışmada asgari bir ortak zemin, toplum olarak varolabilmenin de koşuludur. Elbette sınıfsal ayrımlar, farklı düşünüş yapılarından gelmek, farklı çıkarlara sahip olmak toplumsal tartışma içerisinde zorunlu durumlardır. Ancak bunların hepsinin ötesinde, özellikle yaşanan acil sorunlara çözüm bulabilmek, bir hakikat zemini gerektirmektedir. Bu zemin, olgular üzerinden saptanacak, akıl ve bilim ile ortaya konabilecek ve nesnel toplumsal koşullara dayanan bir zemindir. Sosyal bilimlerde, doğa bilimlerindekine benzer kesinliklerin olmadığı iddiası, insan ve doğa açısından yararlı olacak bir tartışmayı da engellemektedir. Bu da ortak bir sorunu tartışan bir toplum olmayı zorlaştırmaktadır.
Güncel koronavirüs tartışmasının ortaya koyduğu temel bir gerçeklik de, insanın doğaya müdahalesinin yol açacağı felâketlerin devam edeceği ve buna karşı insanı ve doğayı koruyacak çözümlerin üretilmesi gerektiğidir. Doğayı ve tüm insanlığı koruyacak adımlardan biri de bir kamusal, parasız sağlık hizmetini zorunlu kılmaktadır. Doğada ortaya çıkan, deprem, sel, fırtına vb felaketlerde payı olan insanlık, bunlara karşı üretilecek akılcı çözümlerde de doğayı ve tüm insanlık fertlerini içine almaya çalışacak çözümler üretmelidir. Bu da açıktır ki, somut bir bilimsel sağlık politikasını gerektirmektedir; bu da nesnel koşulları akılcı bir şekilde değerlendiren bir politikayı.
Koronavirüsün, mecazi anlamda, bir faydası olduysa, o da kamusal tartışmada hakikatin önemi konusunda bir uyarı yapmış olmasıdır. Günümüz dünyası, her an tüm insanlığı ilgilendiren felâketlerin yaşandığı bir dünya olabiliyorsa, o zaman bu felâketlerin hakiki bir bilgisine sahip olmamız gerekmektedir. Koronavirüsle somut sorun üzerinden, bilimin ve aklın sunduğu verilerle, sağlam bir bilgiyle donanıp ona göre davranarak mücadele edebiliriz. Koronavirüsün hakikat konusunda yaptığı uyarıya sahip çıkarak, bilimin, aklın ve olguların bilgisine sahip olmak gerekmektedir. Bu, günümüzün en hayati meselesidir.
Paniğe ve korkuya feda edilemeyecek kadar önemli bir süreçteyiz - Berk İlke Dündar
Kolektivitenin, müştereklerin, diğerkâmlığın ve hatta kamusallığın ücreti mukabilinde piyasa mekanizmasına doğrudan doğruya teslim edilmesi kapsamına giren her türlü pratiği ve düşünce biçimini bir kenara koyarak meseleye diğer ucundan yaklaşalım: Bireysel alanında yapıp ettiklerinden kişinin sadece kendisinin sorumlu olduğunu ve bu alana müdahale edilemeyeceğini öngören bir tür bireycilik, -varsa- zararın ilgili eylemin faili ile sınırlı olduğu esasına dayanmak sûretiyle meşrûluk zeminini devşirir. Bugün belki de haklı bir biçimde özgürlük bellediğimiz ve “yaşam tarzı” ile mühürlediğimiz bu hareket alanı esasen merkezinde tüketimin olduğu bir pratikler bütününe işaret etmektedir. Sınıf siyasetine kalmayan alanın yerini küçük burjuva hassasiyetlerine tamah etmeye bırakmasından bahsediyoruz burada. Hâl böyle olunca, siyasette de karşılığı olduğunu/olması gerektiğini umduğumuz muhtemel en ileri nokta, bahsi geçen hassasiyetlerin muhafazasına varıyor bugün. Ve yine bugün, korona koşullarında, hayatımızı hiçe sayarak istediğimizi yapmamızın olanağının kalmadığı bir duvara çarpmış bulunmaktayız; ismine ister kolektivite, ister diğerkâmlık, ister kamuculuk deyiniz. Gençliğine ve sağlığına güvenen kişi, pek tabiî virüsü kapmayı göze alıp tavsiyeleri, uyarıları ve yasakları hiçe sayarak istediğini yapmaya yönelebilir. Ama ortada bir de virüsün taşıyıcısı olma ihtimâli vardır. Yani bir taşıyıcı, tüm iyi niyetine rağmen bir başkasının ölümüne sebep olabilir kişisel tercihleri dolayısıyla. Kısa sürede öngörülerin de ötesine geçerek çok büyük kayıpları beraberinde getirebilecek olan bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğumuzdan, başkalarının da hesaba katıldığı her türlü farkındalık ve hassasiyet, yaşamın yeniden üretilmesinin hanesine yazılacaktır hâliyle: Tüketim bireysel olabilir fakat üretim, kaçınılmaz bir biçimde kolektiftir. Başkalarını gözetmediğimiz ve başkalarına dayanmadığımız, sözün özü toplum olmanın gereklerini yerine getirmediğimiz bir çıkış yolundan bahsedemiyorsak eğer, sebebi tam da budur. Çelişkilerin ve çıkış yollarının kriz dönemlerinde daha görünür olması, normal zamanlarda her şeyin olduğu gibi devam edebileceğinin bir göstergesi olarak görülmemelidir. En basitinden halk sağlığı politikalarının, önleyici tıbbın ve de koruyucu hekimlik müessesesinin önemini şu koşullarda hatırlayabilirsek yeterli. Aksi takdirde yaşanan süreç paniğe ve korkuya feda edilecek gibi görünmektedir.